YA KORONA YA DA …

YA KORONA YA DA …

12 Mart 2020 Perşembe… Dünya Sağlık Örgütü “pandemi” ilan etti… Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen Koronavirüs Zirvesi ardından İbrahim Kalın alınan kararları açıkladı: “… sağlık bakanlığının tavsiyeleri mutlaka dikkate alınmalı,.. 16 Mart’tan itibaren ilk ve orta okullar ile liselerde bir haftalık tatil erkene alındı ve 23 Mart’tan itibaren evden eğitim alınacak,..
13 Mart Cuma… Okula gittim, 12 E sınıfında sadece bir öğrenci vardı, 12 A sınıfının üçte biri ise okuldaydı. Biz evde çalışmaya alışık değiliz; okulda kalsak olmaz mı, diyorlardı. Müdür yardımcıları on ikileri kütüphaneye topladı, bir sınıfı ancak dolduracak kadar öğrenci kalmıştı, onlara iki haftalık süreci nasıl kullanacaklarına dair bilgi verildi; okuldaki gibi her hafta salı ve çarşamba günleri sabah saat 10.15’te TYT-AYT denemesine birlikte başlama kararı alındı, ayrıca Google Forum üzerinden ödev takibi yapılacağı söylendi,..
Zümre odamıza indim, evde lazım olabilecek dokümanlarımı topladım,.. Eve gittim…
Eşim ve kızımla oturuyorken, mendil açacak zaman bulamadığım için, dirseğimin iç tarafına hapşırdım; kızım, babasına çekmiş olmalı, fırsatı kaçırmadı, bıyık altından… (diyesi oldum ama doğallık ilkesine aykırı diye vazgeçiyorum) göz ucuyla gülümseyerek (galiba bu da pek doğal bir ifade değil, ama olsun, bir gün yapay bir virüsten ölürsem belki adam bilerek böyle yapay bir cümle kurdu dersiniz) “Anne, sen bu gece benim odamda kal!” dedi. Bir kere daha hapşırdım; yine gülüyorlar…
Eşim bir içecek getirdi, bil bakalım bu ne, dedi, bir yudum aldım; limon tadı, bir yudum daha aldım soğan tadı,.. Birçok şeyi kaynatıp getirmiş, bu ne diye soruyor, bu mudur şimdi bu? Soğuktu, ondan anlamadın dedi, bir bardak da sıcak getirdi, yine anlayamadım… İçinde hem limon hem elma hem zencefil varmış, hapı yutmadan belki işe yarar diye ne haltlar (karışımlar) yiyip içer olduk!..
Birkaç gün önce, izlediğim bir videosunu çok beğendiğim ve kitabını alıp okumayı düşündüğüm bir doktorun tavsiyesine uyarak tuzlu suyla gargara yapıp burnumu temizlemiştim de nefeslerim Osman Gazi Köprüsü’ne bakan Aşıklar Tepesi’nde esinen sabah yeli gibi gezinmeye başlamıştı boğazımın üstünde, bunu bir iki günde birkaç kez daha tekrarlamıştım, yine aynısını yaptım. Hapşırma, korona virüs belirtisi değil diye rahattım. Yatmak için odama geçerken kızım yine göz ucuyla gülümseyerek teklifini tekrarladı, bu sefer eşim kesin tavrını koydu, ne olursa olsun ben Sü’yü bırakmam dedi, ben de ona oraya git dedim, dinletemedim…
Gece beş sularında uyandım, boğazım tuhaf, bir kaşık kestane balı yuttum, bal sanki boğazıma inip bir köşeye sindi, gelen nefesin ciğerime inmesini engelleyecek gibi duruyor, birkaç saniye nefes almadan bekledim… Eşim uyandı… Ne oldu Sü, dedi; bilmiyorum dedim; doktora gidelim, dedi; gerek yok, önemli değil, dedim; ama boğazım sanki nefesimi tehdit ediyor, nefes alsam sorun çıkmayacak ancak beynim intibak sürecine mi takılıyor, sık sık nefes alışverişim inkıtaya uğruyor… Başımı yastığa koyamıyorum, tekrar mutfağa geçip oturdum, televizyonu açtım, yatmadan önce bir kısmını izlediğim tartışma programı… Bir yanda ulusal ütopyacılar merkeziyetçiliğin öneminin ortaya çıktığından hareketle siyasi propaganda yapıyor diğer yanda küresel distopyacı Abdullah Çiftçi: “Her şeyi onlar yapıyor; bu, ulus devletlere karşı bir saldırı; dünya devleti kurmaya çalışacaklar, aklımızı kullanalım,..” diye devam ediyor…
Ateşim yok, öksürük yok, hapşırıyorum; öyleyse hastalığım Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı semptomlara göre korona virüs değil ama ya bana özgü bir mutasyona uğramış, korbana olmuşsa?.. En iyisi ben kendimi karantinaya alayım, dedim; evdeyim…

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.