Uçuruma Sarkan Ağaç Dalına Asılı Bir Adam Gördüm

Uçuruma Sarkan Ağaç Dalına Asılı Bir Adam Gördüm

annenin
ak sütünden daha aktı
dişlerin
ruhun
teninden daha pembeydi
dilin
dudağın
kirlenmiş kara canlısının uğramadığı
toz konmaz zirve suları gibi duruydu umudun
babanın elini tuttun da unuttun elini Allah’ın

can havliyle
tutunduğun
bu narin dalın
sarksa da uçuruma
toprağın derinliğine kök salmış bir gövdesi vardı
dört mevsim
el verirdi kurda kuşa
yurt verir cana can katardı
sevebilseydin
yerin göğün sevdiğini
bilebilseydin
doğru yolun yordamını
karıncanın bile bildiğini
gönlünü de alırdı arzdan semaya
indirirdi yeryüzüne rahmet gibi

sağlam gövdesine tutuna tutuna
ulaştığın yücelerde
kolun kanadın gibi dala tomurcuğa hükmediyordun ya hani
kursağın doysa da
doymadı bir türlü gözün
uzandın en uzak meyvelere
durmadı gece gündüz
senin şu hoyrat ayakların
yedi bitirdi yaşıl ne varsa
vampir sürüsü yardakların
perişan oldu
çifte umudun nice fakir yurdu
viran oldu
bin bir emekle örülü kaç tünek

hani ya
yıldırımlar kadar kıvraktı sözlerin
hani
kanlı fermanlar yazardı ya gözlerin
hani ya
onurun gibi dik durur bükülmezdi bileğin
imdi çırpınıyor yüreğin
dara çekilmiş boğaz gibi kızgın
hani ya
dindiriyordu öfkeni
kara toprak yanına yığdığın tümsek
imdi bekliyor etini
o ilk parselde unuttuğun kazma kürek

hâlâ titriyor elleri kimsesizlerin

ne
ipek tenli, ela gözlü bu yeni oynağın
ne
bir yastık sözün o eski doğurgan yatağın
ne şu taze cilveli kaçamak kavşağın
el verse
elin var tutacak
asılı kaldığın dalın dibine asılı kalmış
tomurcuk gibi
kızoğlankızcağızın gamzesi
titriyorsun
canı çekilmiş bir yaprak gibi
bekliyor seni toprağın

harlı nefeslerini almış koynuna
bir zamanlar işgalci yelkenlerini şişiredurduğun rüzgâr
altından girip üstünden çıkıyor şimdi senin
için için kaynıyor
kuşatıyor seni cehennemin
üstünde
ateşler içinde
sallanıyor hâmanlar
çatırdıyor alınlarında
tanrıya karşı ördükleri kulenin tuğlaları
altında kara toprağa karılmış kârunlar
anıtlarını sarmış börtü böcek larvaları
domur domur ter döke döke şakaklarından
pis kokular salla sala büyük burunlara
ötelerden geçiyor
anahtarların yüklü katırlar

hele bir
çıt deyiverdi mi tutunduğun bu son umut
sallayıp durdukça seni
secdeye kapandı kapanacak bütün hücrelerin
nerede çelik pençen uzun elin
hani ya
kervan yoluna sinmiş köpek dişi gibiydi hayatın
nerede bir kısrak görse şaha kalkardı atın
sapasağlam çenene uzanınca kara yağız kerpeten
nasıl da çırpınıyor ayak altında ayakların
yıldırımlar
ağıyor gözlerinden
azgın sular
koparmış arzularını ağından
bulutlar
yüklenmiş yağmurlarını
yetimlerin âhından
boş bakışların sürükleniyor ardından
dolduruyor gayya gibi derin kazdığınız kuyuyu
intikam anaforları
kuşatmış sidre’ni
bekliyor şimdi seni

almaya ahdettiğin sidrenin en uzak meyvesini
alamadan
kırıldı tutunduğun bu son dal
ne yurt kaldı
ne can
ne canan
çırpınıyor yankısı çığlıklarının
gözlerinde yetimlerinin
o eski yârin içinde
belki
şu gizli, bu yeni yârin içinde
sehpasında gözleri bağlı
yağlı urgan boğazında bekleyen eski kral gibi çaresizliğin
ve onurun
elmasına aldanıp vardığı korsan sofrasına meze olmuş prenses gibi

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.