Gazeli Koptu Ruhumun
“Nasıl şiddetli bir yağmurdu!.. Gözümün değdiği her yerde, su suya eklene eklene çoğaldıkça çoğalıyordu, vadiyi rahat görebilmek için üst kata, balkona çıktım, ırmağı görür görmez annemler geldi aklıma, hemen aradım, çok endişelenmiştim, durmadan hem arıyor hem dua ediyordum, durmadan!.. Ulaşamadım!.. Irmak taşmak üzereydi, her şeyi alıp götürüyordu, koca koca tomruklar çer çöp yığını içinde, akıp gidiyordu!.. Irmak taştı, kaçmaya çalışan bir adam vardı, kaçamadı!..
Biri görmüş, annem babam, kardeşim arabalarına sığınmış, kaçıyorlarmış ama sel onları da alıp götürmüş!.. Bir gün sonra, bulduk arabayı, su onu bir kenara atmış ama içinde kimseyi bırakmamış!.. Denize kadar aradık her yeri, aradılar, bulamadık!.. Denizin üzerindeki tomruklar arasına, denize dalıp çıkan dalgıçlara bakıp durdum günlerce, hep, yok dediler, her yeri aradım, herkese sordum, yoktan başka yanıt vermediler!..
Günler sonra, eve gittim, bahçenin ortasında unutulmuş gibi duran tek sandalye vardı, ona bıraktım kendimi, yabanî arı yuvası gibiydi başım, cümleler vızıldayıp duruyordu, her kafadan her ekrandan bir ses çıkıyordu, ben, hiç kımıldamadan oturuyordum, güneş, alnımı yakıyordu, alev alevdi yüzüm!.. Bir adam… ‘Küre ısındıkça felaketler sağımızdan solumuzdan altımızdan üstümüzden daha çok, daha çok gelecek!..’ Bir kadın, gözleri alev alev!.. ‘Vatan hainleri yakıyor bütün ormanları, vatan hainleri!..’ Soğuk bakışlı biri… ‘Nerede bir afet varsa devlet hemen orada!’ ‘Devlet!.. Dev,..’ Sesler!.. İçinde azgın sulara kapıldığım bir arabanın radyosundan geliyor gibiydi!.. Sular, kafamın içindeki uçsuz bucaksız denize akıyordu, o denizde, annem babam kardeşim ve başkaları bata çıka tutunmaya çalışıyorlardı havaya, benim ellerim vardı ama tutunacak bir dal bile olamadılar bir cana!.. Ben, eli böğründe biri, öylece kımıldamadan oturuyordum eşiğinde kapının!.. Hava ağır, dağın başı dumanlıydı, üstünde bulutlar kararıyordu, ben bir bulut gibiydim, güneşin kızgın mızrakları bağrıma bağrıma saplanıyordu!.. Ben oturuyordum, kımıldamıyordum, hiç, sesler kesilmiyordu!.. Annemin sesini duydum!..
‘Hemen içeri gel, bitanem gel yanıma! Hemen!..’ Diğer sesler kesildi, sadece iki kulağımın altında, kalbimin güm güm sesi!.. Sular alıp götürdü, deniz yuttu sandığım annem çağırıyor beni!.. Evdeymiş, beni bekliyormuş, hemen kalktım, içeri girdim, karanlıktı, göz gözü görmüyordu, ‘Anne!..’ dedim, ‘Anne!.. Anne!..’ Işığı yaktım, kimsecikler yoktu, içeriye, mutfağa koştum, iki tencere ocakta duruyordu, kapağını açtım, kuru fasulye, diğerinin kapağını açtım, pilav, yenmemiş, ‘Hazır olsun, dönünce yeriz.’ demişti annem ama hiç yenmemiş!.. Hemen, koştum yatak odasına, orada da yoktu annem!.. Anladım annemin ruhunu, bana sesleniyordu, çocukluğumdaki gibi yanlarında yatmamı istiyordu, yattım, her yanım ağrıyordu, kapadım gözlerimi, hiç açmadım!..
Uyandığımda hava aydınlanmıştı, kalktım, perde açıkmış, ses seda yoktu, dışarı çıktım, oturdum kapı eşiğinde, hiç kımıldamadan, bilmiyorum ne kadar oturdum, tepelere bakıp duruyordum, annem ‘Hadi bizimle gel sen de, hep beraber olalım, ayakkabı almaya sonra gidersin!’ dedi, o zaman gelmedim ama şimdi geliyorum anne dedim, kalktım, yürüdüm, yürüdüm, annemin sesi ne taraftan geldiyse yürüdüm o tarafa, gece yürüdüm, gündüz yürüdüm, sesler şekiller gölgeler arasından geçip gidiyordum, yürüye yürüye vardım dağ başını duman almış, her yanı duman sarmış yere…
Kim yakıyor her yeri, güneş, cehalet, vatan hainleri,.. ya bulutlar, niye bize öfkeli!.. Yine çığlıklar sardı başımı, yine depreşti korkularım, kafasını kafasını vuruyor göğüs kafesime, yüreğim geriliyor, ciğerlerim yangın yeri!.. Hepsi koşuyordu, kimi yangına koşuyor kimi yangından kaçıyordu, ellerinde kazma kürek, sopa silah,.. Durdular, bir adamı kuşattılar; vuruyor vuruyorlardı!.. Adam bana benziyordu, herkes her tarafını sarmıştı, her tarafına her tarafına vuruyorlardı, adam bağırıyordu, ‘Ben söndürmeye çalışıyordum!’ diye inliyordu, inliyordu, onlar vuruyorlardı, adam çok korkmuştu, onlar vuruyorlardı, adamın yüzü kan içindeydi, vuruyorlardı, adam ölüyordu, adam bana benziyordu, caniler de bana benziyordu!..
Kâbus görüyorum sandım, uyanmak istedim, uyanamadım, öyle korkmuştum ki ardıma bakmadan kaçtım kaçtım!.. Kaçıyordum önüme deniz çıktı, atımı sürecektim süremedim, bana benzeyen adamlar yakmıştı atımı, yüzümü saklayacaktım annemin göğsüne, saklayamadım, göğsü yoktu annemin, sesi vardı ama sesine de ulaşamıyordum, ne zaman bana seslense, diğer sesler azgın köpekler gibi üstüne atılıyorlardı, boğuşa boğuşa yuvarlanıyorlardı uçuruma!.. Gündüzlerin kanlı dişleri gecelerin karanlık gözleri hep peşimdeydi, hep kaçıyordum ama yorgunluk büyüsü yaptılar bana, canı çekildi bacaklarımın, adım atamadım, yığıldım olduğum yere, ardımda bir kaya vardı onun dibine sindim, önümde deniz vardı, serin serin üflüyordu, susamıştım, eğildim içtim suyundan, tuzluydu, yüzüme sürdüm, şıpır şıpırdı, annem ninni söylüyordu, karanlıktı, kapadım gözlerimi, annemin memesini emiyordum yudum yudum… Uyandım, gözlerimi açmadım, emdim yine yudum yudum… Biri dürttü beni, uyandım yine, onları gördüm, tekneye bindiler, uzağa gittiler, orada durdular, bana benzeyen adamı attılar karanlık sulara, kendileri de atlayıp çıktılar, atlayıp çıktılar ama onu çıkarmadılar, sonra geri döndüler ama o, diplerin karanlığında kaldı.
Beni hep şeytan dürtüyordu, emdiğim de annemin memesi değildi, burnumdan geldi, hemen kaçtım oradan, ardıma bakmadan, bir uçak geçiyordu üstümden, uçak küçüktü, içine sığamayanlar kara sinekler gibi yapışmışlardı altına, tam da göğün ardına yaklaşmışlardı, biri düştü az daha altında kalacaktım, biri daha, biri daha,.. parçalandılar ormandaki kadın gibi, siz görmediniz, içime gömdüm onları!.. Uçak hâlâ oradaydı, çığlık çığlığa dönüp duruyordu, annemin sesini duydum!.. ‘Koş oğlum, yetiş bize!..’ diye bağırıyordu, kanatlarının altına tutunmuştu, bir elini de bana uzatmıştı ama elini kestiler bileğinden, denize düştü annem, ‘Kaç oğlum kaç! Sular yutmasın seni!..’ diye bağırıyordu deniz yuttu annemi, sesi de boğuldu, bir daha hiç duyamadım sesini anneciğimin!..
Başka kaçacak yerim kalmamıştı, ormanlara kaçtım… Gece orman çok karanlıktı, çok büyük bir ağacın dibine sindim, ninem yüzüme ılık ılık üflüyordu, gözlerinde yıldızlar parlıyordu ninemin, çok hastaydım, kuş sesi geliyordu dudaklarından, bir dua okuyor bir masal anlatıyordu, pamuk ellerini yüzüme sürüyordu, kapattım gözlerimi, yudum yudum!..
Başıma bir şey düştü, elma sandım, yuvarlanıp kayboldu, göremedim ne olduğunu, dizlerine yaslandığım ağaca bir kuş konmuştu, inceden inceye, bir nağme ile beni uyandırmaya gelmişti, güneş yaprakların arasından süzülüyordu, kırmızı lekeli beyaz bir kelebek, bir ipek yaprağa konmuş güneşleniyordu… Yaprakların arasından gördüm, bir ceylan durmuş bana bakıyordu, yapraklar arasından süzülen güneş gibi ışıldıyordu gözleri, güneşin sıcaklığı ninemin pamuk elleri gibi yanaklarımdaydı… Cennete uyandım sanmıştım… ‘Tak!’ diye yabancı bir ses düştü, ceylan ürktü, kaçtı, kayboldu… Çok üzüldüm!..
Onun durup bana baktığı ve benden kaçtığı yere bir adam geldi, yanında yakası kırmızı gül desenli beyaz elbiseli bir kadın vardı, oturdular, sonra uzandılar yere, adam onu sevmeye başladı ama kadın onu sevmiyordu, itiyordu ama o sevmek istiyordu, kadın onun yüzünü tırmaladı, o çıkardı bıçağını, sapladı karnının altına kadının, sonra yine sapladı, yine sapladı, kıpkırmızı oldu kadının bembeyaz elbisesi, kadının başını kesti bana benzeyen adam, kollarını, bacaklarını kesti, yan yana dizdi, bana bakınca adam, çok korktum, kaçmaya başladım ceylan gibi, koştum koştum, arkama bakmadan koşa koşa çıktım ormandan, kimsenin yüzüne bakmadan koştum… Ormanlar denizler hep birbirine benziyordu, başka bir ormana kaçamaz, başka bir denize yaklaşamazdım, kaçtığım her yerde bana benzeyen adamlar vardı, kadınlar vardı bana benzeyen, ben kaçtıkça her yerde karşıma onlar çıkıyordu, hepsi aynı, etrafımda hep onlar, ellerinde kazma kürek, taş demir,.. linç edecekler, kaçalım diye bağıra bağıra hep kaçıyorduk, bir adam yüksek bir yere çıkmıştı, bağırıyordu, kum gibi hep aynı adamlar hep aynı kadınlar hep aynı adama bakıyorlardı, adam bağırıyordu, onlar çene kalkık ağız açık ona bakıyorlardı, ayağıma bir şey dokundu, baktım minik bir kedi, eğildim başını sevdim, gözlerini kapayıp uzandı ayağımın dibine, birden gök gümbürtüsü gibi bir ses koptu, kedi paniğe kapıldı, kaçıp bir arabanın altına girdi, araba hareket etti, kara lastik geçti üzerinden, minik başı dövülen adam gibi çırpına çırpına öldü, ben bir şey yapamadım, birkaç baş döndü baktı ona, döndüler yine gök gürültüsüne katıldılar, biri de dönüp bana baktı, o baktığında başım yüreğimde, kan revan kedi gibi çırpınıyordu, adam döndü yanındakine beni gösterdi, o da bir başkasına, sel gibi çoğalacak, beni kuşatacaklardı, öyle korktum ki kediyi de çırpınan başımı da unuttum orada, kaçmaya başladım, kaçtım…
Kaçıyor, kaçıyordum,.. Bizim evi gördüm ama bizim eve benzemiyordu, her yeri yanmış, kapkara kömür gibi olmuştu, camları kırılmış, kapısı yıkılmıştı. Bahçemizde annemin diktiği ne bir sebze kalmıştı ne bir çiçek!.. Babamın hamağı da yanmıştı, başı kopmuş, kara yılanlar gibi sarkıyordu ipleri, içeri girdim, mutfaktaki masa yanmış, ocaktaki tencere yere yuvarlanmıştı, hemen annemin odasına koştum, odada annemin yatağı yoktu, başka yatak serilmişti, onun da yanmıştı her yeri, çok yorgundum, gözlerim kapanıyordu!.. Annemi çağırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu, gözümden yaşlar aktı, sel oldu, sel aldı hepsini, annemi, babamı, kardeşimi, ben kaldım yalnız!.. Gözlerim kapalı, yapayalnız!…
Uyandığımdan beri, hiç kımıldamadan tavana bakıyordum, kuşlar ötüyordu, uzakta bir yerde bir köpek havlıyordu, ben tavana bakıyordum, ama orada değildi ruhum, gökyüzünde yüzüyor, bulutlar arasında dönüp duruyordu, yükselmek istiyordu ama yıldırımlar kement atıp boynundan yakalıyor, dolandırıp duruyorlardı, gök gürlüyor, bütün bulutlar ağlıyordu ruhuma, gök gürültüsüne karışmış sesler duydum, o adamın sesine benziyordu, o ses bana yaklaşıyordu, yüreğim zıpladı yerinden, kalkıp kaçacaktım, sesler kapıyı tutmuştu, öbür odaya kaçtım, orada bir adam vardı, dolabın içinde, korkulu gözlerle bana bakıyordu, bana benziyordu, ben kimseye vurmadım ama mecbur kaldım ona vurdum, o da bana vurmuştu, kızdım, kafasına geçirdim kafamı, cam kırıldı, kan içinde kaldı yüzüm, adamlar içeri girdi, ben kaçamadım!.. Elimi ayağımı bağladılar, bana benziyorlardı, beni yakaladılar, onu aramadılar bile, beni bağladılar, mahzene attılar, her yanıma taş duvar dikmişlerdi, bana bakan her menfezi demir çubuklarla örmüşlerdi!..”
Kapı açıldı… Beyaz önlüklü, ihtiyar bir adam ve üç kadın içeri girdiler, üstüme üstüme geliyorlar!..
“Evladım, niye bizden korkuyorsun, biz doktoruz, sana yardım etmek istiyoruz! Kiminle konuşuyordun, bize anlatsana derdini!.. Bize anlat ki, biz sana yardım edelim!..”
Susuyorum!.. Kadınlar dışarı çıktı, adam bekledi, bekledi… “Benim, senin gibi bir oğlum var!” dedi… O ceylan bakışı kadar yumuşaktı sesi: “Lütfen inan bana oğlum, kimsenin sana ufacık bir zarar vermesine bile müsaade etmem!”
“Beni kurbanlık koyun gibi bağladınız!.. Bir ayağı serbest bırakılmış koyun kadar bile acımadınız bana, iki elimi de iki ayağımı da bağladınız!..”
“Senin iyiliğin için yaptık bunu, inan!.. Kriz geçiriyordun, kendine de başkalarına da zarar veriyordun; bıraksak kendini de parçalayacaktın!.. Ama şimdi iyi görünüyorsun!”
Kalktı… Üstüme doğru eğildi, meyve kurdu kadar bile kıvrılamadım, omuzlarımdan tutup kaldırdı, yatağa oturttu, ayaklarımı tutup yere sarkıttı… Duvara yaslandım, bağırsam yine yan yatıracak, bıçak vursa boğazıma, gözlerim bile debelenemeyecekti!.. Çaresiz, yalvaran gözlerle baktım gözlerinin içine!..
Eğildi… Ayaklarımı çözdü!.. Gitti, koltuğa oturdu, bilgisayara baktı, harflere dokundu, dokundu, masasında bir şişe su vardı, ondan bir yudum aldı, döndü bana gülümsedi, başka bir şişenin kapağını açtı, getirdi, bana uzattı!.. Susamıştım, aldım hepsini içtim, gözlerimin ta içine bakıyor!.. Dedem kadar yaşlı, dedem gibi iyi birine benziyor. Dedem öldü, ninem öldü, annem babam öldü; ben ölmedim, beni gömmediler!.. Bu bir melek mi, ben korkmayayım diye mi bana benzeyen adam gibi görünüyor?..
“Ben bana benzeyen adamdan korkuyorum, sen bunu bilmiyor musun!”
“Sen anlatmadın ki nasıl bileyim?”
“Annem, melekler her şeyi bilir diyordu!”
Gülümsedi, nasıl oldu bilmiyorum, beni de bir gülümseme tuttu, karşılıklı gülümseyip duruyorduk, bir şimşek çaktı, yıldırım düştü yüreğime, kara bulutlar sardı başımı, öyle bir yağmur yağmaya başladı ki her şeyi söküp götürüyor!.. Annemi, babamı, kardeşimi de aldı götürüyor yağmur, benim ellerim var, dal gibi duruyor, ayaklarım var kök gibi!.. Kardeşimin çığlıkları geliyor kulağıma: “Abi!..” “Abi!..”
Hemen fırladım yerimden, ellerim bağlı, kapıya vurdum kendimi, kırıp geçemedim, ayaklarımla vurdum, omuzlarımla vurdum, kendimi aldım vurdum kapıya vurdum, vurdum!.. Kırılmadı, açılmadı! Döndüm yaşlı doktora, ona vuracaktım kendimi, birden kapı açıldı, dönemeden yıktılar beni yere, üzerime çullandılar, ayaklarımı bağlayıp bıraktılar!..
Ağladım, bırakın beni ben gitmek istiyorum, diye yalvardım ama hiç kımıldayamadım, bir ayağımı bile boş bırakmadılar, kanım yüreğime akıyor, ciğerlerim tıkandı, boğuluyorum!..
“Niye şeytan görmüş gibi bakıyorsunuz bana?.. Ha ha! Ha ha ha ha!.. Haa!.. Bir şeytanım eksikti, boş kalmış içimi gıdıklıyor şimdi!.. Ha ha! Ha ha ha ha!..
Siz niye gülüyorsunuz, sizin de mi içiniz boş kalmış!..
Siz beni niçin bağladınız, neyimi almak istiyorsunuz, neyim var benim ruhumdan başka?.. Ha!.. Siz benim ruhumu söküp almak istiyorsunuz!.. Yırtık pırtık, üstü başı kararmış kan lekeleriyle dolu ruhumu ne yapacaksınız ki!.. Hem onu nasıl alacaksınız, öyle büyük, öyle ucu bucağı görünmez ve öyle ağır ki!.. Ben taşıyamadım, siz nasıl taşıyacaksınız?..”
Beyaz önlüklü, ihtiyar doktor, yapraksız, kuru ağaç gibi duruyor öyle karşımda, yanındaki genç kızın gözlerinin içine bakıyorum, pembe yanaklarından yaşlar süzülüyor!..
“Sen niye ağlıyorsun, sen benim ruhumu tanıyor muydun?” diye soruyorum, susuyor!.. “Senin elin kolun bağlı değil, niye hiç kımıldamıyorsun?.. Niçin kaçmıyorsun?.. Ne olur, sen anneme benziyorsun, ne olur sen çöz ellerimi, kaçalım, kaçalım, yine böyle kuşatırlarsa bizi, sakın teslim olmayalım, yakalım kendimizi çırpına çırpına, yansın ruhumuz, alevlerimiz sarsın âlemleri, küll olalım!..”
Bana benzeyen adamlar kollarımdan tutup kaldırdılar, sürükleye sürükleye götürüyorlar beni, onlara “Bırakın beni!” diyorum “çırpına çırpına yakayım kendimi, kül olayım… Siz de külümü bekleyin, yumurtamı alır yersiniz!” Kahkahalarla gülüyorlar!.. Ben yine yere düştüm, beni de öyle bir gülme tuttu ki görseydiniz siz de gülmekten katılırdınız ama onun gözlerine değince gözlerim, gazel damarı* koptu ruhumun…
(*şah damarı)