Küçük Balık, Daha Yukarı Bak

Küçük Balık, Daha Yukarı Bak

Doruklara yaslı bir yamaçta doğmuş ve yamaçlardan derin vadilere akan, yayla steplerini, kışla ormanlarını dolana dolana engin denizlere ulaşan, oksijeni bol, tertemiz, soğuk bir akarsuda yaşayan, mutlu umutlu bir alabalık vardı; durgun sulardan dolambaçlı, gür sulara yüzedururdu her gün sabahtan akşama, canı ne yana çekse o yana süzülürdü su gibi; kâh kuytuların munis kucaklarındaydı kâh bütün hücrelerini ürperten var oluş girdaplarında, ufacık kara boncuk gözleriyle etrafı süze süze, merakını celbeden her taşın altına gire çıka; neyle karşılaşsa altından üstünden sağından solundan geçe geçe giderdi canının çektiği yere, bilmeden, nereye, çeken midir çekilen mi, mutlu umutlu, meraklı heyecanlı… Korkusuz değildi ama korku, mahzeninde zincirliydi, arada bir, kapıları, yüreğinin duvarlarını sarsan narasını atmasa onun adını bile hatırlamazdı… Akar sular, durgun yataklar, dağ bayır ondan sorulur, ne sorulursa hepsini bilirdi de her şey bildiği kadar mıydı, onu bilmezdi… Dedesinden ninesinden masallar dinlemişti, uçsuz bucaksız, derin mi derin sulara dair, bunlar masaldı, inanılmazdı ama yüreğini tuhaf bir duygu kaplıyordu, sanki o masallar, o hikâyeler, o mucizeler uzaklarda bir yerlerde değil de içindeydi, o derinlik, o genişlik, o karanlık, o gizem ve o ismi olan olmayan,..

Her gün gibi bir gün, neşeli neşeli yüzerken akışın bağrında, aşağıdan gelen koca bir balık gördü, yanına vardı sordu, nereden geldiğini, öğrenince okyanus denen derin, engin sulardan geldiğini, merakı iyice arttı:

“Siz, okyanusun her yanını bilir misiniz?”

“Gittim birçok yerine, derinine enginine; neresine gittiysem zenginliğini, rengini, tadını, kokusunu bildim ama daha fazlası var mıdır, ötesi aynı mıdır, bilemedim? Her yer birbirine benziyordu ama dibe indikçe uzakları göremez oluyordum, üste çıkınca derinleri, her tarafa gidiyordum, gittiğim gördüğüm her yer birbirine benziyordu ama daha yukarıda, çok yukarılarda, yüzüp de ulaşamayacağım kadar yukarılarda bir okyanus daha vardı, içinde kanatlı balıklar yüzüyordu, onlardan bizim deryamızda yüzen, avlanan da vardı, biz de o deryanın yüzeyine atlayıp dönebiliyorduk ama o deryanın suyu da havası da bir başkaydı… Başını kaldırıp bak yukarı, bu gördüğümüz sema, benziyor ona…

“Ben hiç okyanus görmedim ki ama uçan balıkları gördüm, işte bak orada biri rengarenk, hem kanatlı hem ayaklı, ne tuhaf!..”

“Daha yukarı bak evladım, daha daha yukarı, en yukarı… İşte orada, karanlıkta aydınlıkta ateş topu, kar topu gibi yüzen, daha derinlerden boncuk boncuk bakan ve daha daha derinlerde olan nedir, nereden gelip nereye gider, işte onu hiç öğrenemedim, o okyanus bizim deryamız olsaydı, bilirdik belki, yaşadığımız deryanın derinine enginine, kollarına mağaralarına gidip geldiğim, görüp öğrendiğim gibi görüp öğrenirdim ama umutsuzca yukarı, daha yukarı bakıp bakıp dönüyordum, kendi derin dünyama, görünce rengarengi, bin bir çeşidi, unutuyordum yukarıda ne var ne yok, dalıp gidiyordum hayal gibi âleme, varla yok arası hafifliğinde pembe bir rüya perisi olmuşum gibi, yüze yüze gidiyordum.”

“O derin sulardan neden geldiniz öyleyse buralara!”

“Merakımız yok olmasın diye evladım, ben gidince ardımda benim arayışımı sürdüren canlarım kalsın istedim ve geldim buralara senin gibi yavrucuklar bırakmaya!”

Biri yaşlı biri genç iki can, yan yana yüzdüler aşağıdan yukarıya, kurduğu tuzak başında bekleyen bir canlıya rastlayınca yaşlı balık merakla sordu ufaklığa:

“Bu ırmak kenarında elindeki çubukla dikilmiş bu canlı ne yapıyor burada, bilir misin evlat?”

“Aman efendim, o azrailden uzak duralım, balıkları yukarı yukarı çekip kazığa geçirdiğini, ateşte yaka yaka evirip çevirdiğini, etini lime lime yolup yediğini gördüm, zavallı kuzenim kapılınca tuzağına, nasıl da çırpına çırpına gitti, nasıl da zevkle işkence ediyordu ona, bu vahşi yaratık bir görseydiniz, nasıl da yutuyordu eline geçirdiği bu küçük canları!”

Suyun uzak yanından saklana saklana geçip bir kıvrıma vardıklarında suda tuttuğunu ateşte yakan canlıya benzer bir canlı daha gördüler, saçı sakalı karışık ve ağarmıştı, gözlerinin altı toprak gibi morarmıştı, elindeki cam bardağa ırmaktan su dolduruyor, başından yukarı kaldırdığı suya dikkatle bakıyordu.

Küçük balık: “Bu da ona benziyor ama bir türlü anlayamadım ne yaptığını, siz biliyor musunuz?

Büyük balık: “Daha önce de birkaç kez görmüştüm, okyanus suyuna bakıyorlardı aynı böyle, ama anlayamadım, öğrenemedim ne yaptıklarını, hepsi de sanki bizim deryamızdan aldıkları sulara baka baka gök okyanusunu ölçmeye çalışıyor gibiydi.”

Yaşlı balık, sustu, uzaklara mı bakıyordu yukarıya mı belli olmuyordu, düşünüyordu, okyanus kadar derin düşüncelere dalmış gibiydi. Bu tavra hayran kaldı küçük balık ve takındı aynı tavrı…

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.