“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN” (Şeyh Edebali)

“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN” (Şeyh Edebali)

Bütün hayvanlar varlıklarını sürdürebilmek için yeme, içme, barınma ve üremeye yönelik eylemlere yönelir; ancak yeter sınırı olmamak, daha fazlasını, daha daha fazlasını arzulamak insana özgüdür.

Eylemlerini fayda, güzellik, bilgi edinme amaçlarıyla belirleyen insanoğlu için fayda temel saik, en etkili güdü olduğundan onun yaratılışı gereği bencil olduğu düşünülür. O, farkında olarak ya da olmadan hayat felsefesini, zihniyetini başkasının aleyhine olacak ölçüde kendi lehine geliştirir; duygu ve düşüncelerini bu paralelde oluşturur ve hayatını buna göre düzenler. Bu durumda ortaya çıkacak menfaat çatışması belli kurallarla, kanunlarla sınırlanmadığında herkesin gücü oranında başkasını ezdiği, yok ettiği bir anarşi/fitne kaçınılmaz olur.

İhtirasları sınırsız bu çıkarcı canlının korkusu da tehlike ânıyla sınırlı olmadığından, evde sokakta, işte oynaşta, hayat arabasını, “bencillik ve kaybetme korkusu” çifte koşulmuş atlar gibi, bir taraftan bakıldığında diğer yandaki gözükmese de, daima birlikte koşturduğundan, bu bencil, korkak ve üstün varlık; tabiatına uygun bir sistem kurarak kendi türünü güvence altına almaya çalışır.

Anarşiyi/ fitneyi/vahşeti yok edecek toparlayıcı, düzenleyici, emniyeti tesis edici ve bencilliği koruyucu en alt/en dar yapı aile ile en üst/en geniş kurum devlet ve ikisi arasındaki bu amaca hizmet eden bütün oluşumları çok değerli gören, hatta kutsal kabul eden insanlık âlemi; kendi türünü güvence altına almak ve bencilliğini sürdürmek için milyarlarca organıyla kâinatı hükmü altına alacak tek bir varlık gibi kendi türüyle savaşmadan yaşayabilseydi, en azından bütün dünyayı yok edinceye kadar emniyet içinde olabilirdi ama yine aynı özelliğinden dolayı hem aileler, gruplar, kurumlar hem de devletler arasında ve iç işlerinde daima çatışma yaşamakta ve bütün zihniyetini, kurallarını, yasalarını bu ikilem üzerine kurmaktadır; çünkü emniyet içinde bencilce duygularını tatmin edecek işlerini yerine getiremezse, bencilce işler yapan türdeşleri onu emniyet içinde yaşatmayacaktır.

Kendi insanlarını, kendi değerlerini koruyucu özelliğinden dolayı kutsal kabul edilen bu yapılarda ve özellikle hepsinin üstünde yer alan devlette gücü-yetkiyi elinde bulunduranlar ötekine daha çok-berikine daha az da olsa hep bencilce davrandığından ideal devlet ya da toplum; ütopik bir hayal, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir rüya olarak kalmaktadır; ancak daha kötüsü, kötünün kötüsü gibi daha iyisi, iyinin iyisi yaşanmakta ve iyiliği tercih edenlerle kötülüğü tercih edenler arasındaki savaş bu sınırlar içinde cereyan etmektedir.

Azgınlığı gem tutmayan insanoğlu için aileden devlete kadar kurumlaşmış bütün yapılar can, mal, namus… emniyeti açısından çok değerli, son derece gerekli olmakla birlikte bu sistemleri istismar edecek, hukuk adına hukuksuzluğun hukukunu oluşturacak, sömürü düzenine karşı kendi halkının onayını alarak ya da almadan sömürge hiyerarşisi kuracak, kurtların saklandığı ormanlara doğru kaçmanıza neden olacak, bencillikleri ve korkuları diğerlerinden çok olanların güç birliği yaparak zulüm sistemleri kurma ihtimali daima yüksektir.

İyilik de en az kötülük kadar insanoğluna ait bir gerçek ve daima başkalarının bencilliğinden zarar görenler, onları sömürenler ve istismar edenlerden daha çok olduğuna göre iyiliğin yeryüzüne hâkim olması, en azından kötülükten daha etkin olması gerekmez mi?

En küçük toplumsal kurum olan aileler ve bunun gibi küçük oluşumlar bazında düşünüldüğünde evet, öyledir; ancak daha büyük oluşumlar ve devletler arası ilişkiler incelendiğinde gerçeğin, tam tersi olduğu görülür. Kanaatimce bunun nedeni, ölüm dahil kaybetme korkusunun bencillik dahil hayata bağlılık duygusundan daha etkin olmasıdır.

Sanırım çoğunuz, yaşama bağlılık duygusunun daha güçlü olduğu kanaatine sahipsiniz; ancak ömrün daima yaşama tutunma mücadelesi olduğunu göz ardı etmemelisiniz. Bu nedenle tehlikenin az olduğu dar alanda insanlar iyiliği tercih ederken daha tehlikeli geniş alanlarda korunma, kazanma, yok etme gibi kendini kötülüğe yaklaştıran amaçlarla stratejiler geliştirmekte ve daha güçlü, daha etkin olabilmek için daha çok iş birliğine yönelmektedir, çoğunlukla bencil ve korkak azınlığın saldırgan karakteri, faydacı ama iyi kalpli çoğunluğun uysal tabiatına galip gelmektedir.

Yaratıcı, peygamberleri yollamasaydı, insanlığın içinde aşkınlığını keşfedecek akıllar ve ahlakın/erdemin üstünlüğünü hissedecek ruhlar bulunmasaydı ben böyle bir yazı yazıyor olmayacaktım, sanırım, siz de benim gibi kurtlar sofrasında son parçaladığınız kuzuyu yiyor ya da azgın duygularınızın girdabında dönüp duruyor olacaktınız.

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.