ADALET TALKIMI
En yukarı derecelerden en aşağı derekeler arasında herhangi bir seviyeye çıkma inme yeteneği/imkânı olan insanoğlu, karakterini ve eylemlerini iyiliklerle-güzelliklerle bezeye bezeye iyi insan; kötülüklere-çirkinliklere bulaya bulaya kötü insan olur… Her ikisi de “insan” sureti ve yeteneklerine sahip olsa da bir yanda içinde bulunduğu âlemin havasını, suyunu, toprağını kollayıp gözeterek hiçbir varlığın hakkını gasbetmeyecek düzeyde adaletli bir yaşama erişmiş üstün bir insanlık seviyesi, diğer yanda hayvan olarak yaratılmadığı halde iyi kötü ne bulursa doyma bilmez kursağına cüzdanına çekerek domuzluk eden, kaba saba, cahilce davranarak sığırlık eden, düşüncesizce menfaat mukallitliği yaparak maymunluk eden, karabaşça yaltaklanarak köpeklik eden… insanlık seviyesizliği… Arada kimi sahip olduğu yüksek idrak seviyesi-engin görüş alanıyla kartallar gibi eman içinde yükseklerde uçup azık avlama başarısı gösterse de, balina ya da köpek balığı gibi güçlü kuvvetli cüssesiyle deryada hâkimiyetini ilan etse de, piranalar ya da sırtlanlar gibi yırtıcı ordular-birlikler kurup ağına düşürdüklerini yutup yok etse de, tilki gibi kurnazlıklarla rahat bir hayata kavuşsa da… hayvanlık seviyesinin üstünde yer alan herhangi bir erdeme sahip değilse sureti insan olsa da tıyneti insan olur mu?
Bunun yanıtı ne evet ne hayırdır; çünkü kişi insanlığından ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın özünü çıkarıp bir kenara fırlatamayacağı için doğduğu gibi temiz ölmese de ölünceye kadar insanlığından kopamaz; erdemleriyle en yukarı çıksa da sapkınlıklarıyla en aşağı inse de sahip olduğu en yukarı çıkma-en aşağı inme istidadıyla, ya kirlene yıkana / yıkana kirlene ya temizlene temizlene ya çirkefe bulana bulana… ama daima insanca hayat güzergâhını tamamlar: O; melek, vahşi, bukalemun… neye benzer olmayı seçtiyse seçerek olduğu için onun gibi değil, ondan daha yukarı veya daha aşağı, başka bir şeydir.
Ana hatlarıyla parmaklar gibi diğerlerine benzer yaratılmış her kişi, parmak ucu gibi küçücük bir alanda gizlenmiş fiziki farklılığı gibi somut olmasa da, özgün bir kişiliğe sahiptir; ilk insandan son insana kadar birbirinin aynısı gibi görünseler de hiçbir insanın birebir benzeri ne geldi ne gelecek ama benzer sonuçlar ürettiklerinden düşman ordusunun askerleri gibi benzer görünürler. Aynı şekilde asılarak idam edilen iki insan aynı şekilde ölse de yaşadıkları aynı değildir; çünkü her biri diğerinden ayrı / kendine özgü bir âlemdir, can verirken…
Aynısı, toplumlar için de söylenebilir mi?
Bireyler iyilik ya da kötülük yaparlar, kurtarır ya da öldürürler, üretir ya da tüketirler; bu hayat serüveninde onların “neyi niçin nasıl yaptıkları” kendileri için daha önemli de olsa cemiyete kalan “yaptıkları”dır. Dolayısıyla toplumlar, bir toprak parçası üzerinde bulunan insanlardan değil, bu insanların kurdukları ilişkilerle hep birlikte ürettikleri, hayata yansıttıkları sonuçlardan müteşekkil olduğuna göre onların parmak izleri gibi farklılıkları olsa da parmaklar gibi benzer oluşları asıl önemli yönleridir; çünkü yaşattıklarıyla insanı şekillendiren toplumda insanlar yaptıklarıyla töre içinde ancak birer parmak kadar var olabilirler.
Nasıl olur; çekirge sürüsü gibi geçtikleri her yeri yiyip bitiren ifsat edici toplumlarla bulundukları ve gittikleri yerleri onarıp dirilten ıslah edici toplumların farklılıktan çok benzer olduğu nasıl söylenebilir?
Bir toplumun diğer toplumlarda bulunan herhangi bir davranıştan beri kalması bir insanın yemeden içmeden yaşaması kadar imkânsız bir vakıadır ve her toplumda daima, çok iyiler, pek yetenekliler, üstün zekâlılar,.. ; çok kötüler, pek beceriksizler, geri zekâlılar,.. azınlıktadır, çoğunluk normal diye nitelenebilecek, ne çok iyi ne çok kötü, ne çok başarılı ne çok başarısız, orta sınıfa mensup kütledir. Böyle oldukları ve benzer sonuçlar ürettikleri halde sonuçta bazı toplumların, milletlerin, devletlerin diğerlerinden daha gelişmiş veya geri kalmış, daha erdemli ya da sefih, aşağılık olması nasıl izah edilmelidir?
Sanırım bunun temel nedeni iyilik-kötülük mücadelesinde kazananlarca, başararabildikleri ölçüde, kurulan düzenin bireylerin ve toplumun karakterinin oluşumunda etkin olmasıdır.
Şüphesiz, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dünya iyilik-kötülük mücadelesine fasılasız sahne olmaya devam edeceğine göre sorulması gereken asıl soru şudur:
‘İyiliğin hâkim olacağı ya da kötülüğe yenilmeyeceği bir düzen/yönetim, oluşturulacak sosyo-kültürel ortam hangi temel değerlere dayanmalıdır?’
Bu zor soruya verilen yanıtta, nitelikleri açısından tartışılsa da üç aşağı beş yukarı ittifak vardır: adalet, erdem, özgürlük, paylaşım, eşitlik, hukuk, barış, güç/iktidar, devlet, inanç, hümanizm, akılcılık, çevrecilik…
Şüphesiz, iyi bir yönetim sistemini tek veya birkaç değere bağlamak mantıksızdır; ancak bizim bu denememizde ulaşmaya çalıştığımız, hangi değerin / dayanağın / ölçütün en temelde bulunması gerektiği-daha kuşatıcı olduğu; hangilerinin salkım taneleri, hangisinin bunların talkımı olmaya daha uygun olduğudur. Söz gelimi, eşitliğin adaletsizliği doğuracağı; özgürlüğün karşı özgürlükle ve erdemle, inançların birbirleriyle çatışacağı; paylaşımın neye göre yapılacağı; hukukun çağlara ve toplumlara göre değişebilirliği; gücün neye dayanacağı; devletin değer değil değerler bütünü olduğu vb. açılardan irdelendiğinde hangi değer, hepsini veya en fazlasını taşıyabilecek bir talkım olabilir?
Şüphessiz, her varlığın zamanında ve yerinde kendinde bulunması gereken ne ise ona sahip olması anlamında “adalet” her şeyin talkımıdır.
Mümkün müdür?
Varlık âlemi (kâinat, evren, kozmos); bütün galaksileri, yıldızları, gezegenleri, karanlık maddesi, uzayı ve bildiğimiz bilmediğimiz varlıklarıyla muhteşem bir adalet ağacı gibi varlığını nasıl devam ettiriyorsa insanlık salkımları da bütün dalları, yaprakları, meyveleri, havası, suyu ve hücreleriyle adalet talkımlarında barış içinde yaşayabilir; ancak bu akla uygun görünse de insanın tabiatına uygun düşmemektedir ama imkânsız değildir.
Kâinatı ayakta tutan ve yaşatan bu temel denge unsurunu kıyamete kadar tamamen yok etme imkânı bulunmasa da ‘eylemleri boyunlarına bağlı / yaratılış sınırları içinde özgür’ varlıklar; kurdukları kusurlu düzenler içinde yaşadıkları hatalı ilişkilerle kendilerini ve çevreyi zulme mahkum etmekte, kozmik adaletin mutlu bir parçası olma imkânını ihtiraslarıyla, bencillikleriyle,.. zorlaya zorlaya içinde oluşturdukları kanserli hücrelerle acılar içinde yaşamayı kader edinmektedirler.
Şüphesiz, arzulanan; insanın, canlı ve cansız çevrenin zulümden zarardan daha çok korunacağı daha iyi, daha huzurlu, daha doğal bir dünya, devlet, millet, topluluk, aile, … kurmaktır ve bu, zor da olsa mümkündür.