KUMRU, ÇİÇEK VE SINAV

KUMRU, ÇİÇEK VE SINAV

Ne mutlu! Kumrucuklar güvenip gelmiş, yuva yapmış penceremize…
Hanıma dedim: “Perdeyi açma, ışığı yakma, ürkmesin, kaçmasın!”
“Merak etme!” dedi, “Ben onunla konuşmaya başladım bile!”
Baktım, kediye mediye, dilsiz bebelere ses verdiği gibi “Tospik!.. “Tospik!..” diye seviyor kumrucukları! Onlar da kediler gibi anlamlı anlamlı bakıyorlar öylece insan yüzüne! Ne güzel!..
Dedim ki, sen hepsine “Tospik!” diyorsun ya, neden bu böyle?”
Dedi ki “Ben sevdiklerimin hepsine “Tospik!” diyorum; bu hoşuma gidiyor!”
Niçin sorduğumu anlayıp da mı böyle cevap verdi, hanımım, bilmiyorum ama benim için kurtarıcı, ferahlatıcı bir yanıt oldu; çünkü ara sıra bana da “Tospik!” diyordu.

Çifte kumrular penceremizin dış denizliğindeki saksılardan birine, çiçeğimizin dibine yuva yapıp yumurta bırakınca bizim de sorumluluk sınavımız başlamış oldu.. Çiçeklerimizin de çocuklarımız ve hayvanlarımız gibi bakımlarını üzerimize almışsak kendi hallerine terk etme hakkımız yoktu ama bir kuş gelip tam da sorumluluğumuzun üzerine oturmuş, yuva yapmış, yumurta bırakmıştı; çiçeğin hakkı desek birinin yuvasını bozmuş, yuva dağılmasın desek ötekini ölüme terk etmiş olacaktık; ya ikisinin de hakkını koruyabileceği-alabileceği bir çözüm üretmek zorundaydık ya da sorunu en az zararla atlatmaya çalışmak. Bu ikisi dışında, sadece kendi menfaatimizi düşünme ve buna göre davranma, birini tercih etme hakkımızın olmadığını biliyoruz. Bu adalet bilinci, sorumluluğumuzun başlangıcı ama ya sonrası… Sonrası, insanlık sınavı…
Nasıl tepki vereceklerini anlayıncaya kadar çok dikkatli davranıyor, pencereyi bile açmıyorduk. Yan pencereye su ve yem koymuştuk ama iltifat etmediler… Eşlerden biri gidiyor, diğeri kalıyordu, sonra diğeri…
Bir gün eşim, perdeyi açıp “Bak, bak, Tospik nasıl bakıyor!” diye kumruyu bana gösterirken sulayamadığı için çiçeklerinin kurumaya yüz tuttuğundan yakındı.
Çaresiz, sadece gözlemliyorduk… Eşim onlarla camdan konuşuyordu ama candan. Tek taraflı gibi görünse de bu, birbirinin dilini bilmeyen iki kişinin ya da birbirini anlamak istemeyen iki ötekinin iletişim çabası gibi sorunlu değildi… İki taraf da sesin ve bakışların sıcaklığını mutlu munis alıp veriyorsa bundan daha güzel iletişim mi olur!..
Gün geldi, çifte kumruların canlarından can katıp aşklarıyla ısıta ısıta çatlattıkları mini sıcak yumurtadan bir yavrucak çıkıverdi… Çok hızlı büyüyordu… Ne yiyip içiyordu, nasıl bu kadar hızlı büyüyordu?.. Tüy yumağı gibiydi, derken hareketlendi, bir baktık yerinde durmuyor, saksının köşesine çıkıyor, tekrar yerine dönüyordu. Bir gün saksıdan denizliğe indi, düştü sandım, eyvah dedim, yola düşecek, kedilere yem olacak, bir müddet nöbet tuttum, eşim dedi ki merak etme, o kendi inmiştir, yine döner yerine… Ya uçacağım diye dışarıya doğru hamle yaparsa, kanadı ne ki uçabilsin!.. O gün, biz ona baktıkça o yerinde kımıldamadan durdu; sonra gördük ki yerine dönmüş…
Sevimli Tospik, biz ona camdan baktıkça o da bize bakıyor!.. Bu, “ne bakıyorsunuz” edası mıdır yoksa “merak etmeyin, ben sizin sandığınız gibi beyinsiz değilim” edası mı?.. Belki de “sadece kendini akıllı zanneden insanoğlu” diye acıyordur bize?..
Birbirinin ne düşündüğünü bilemeyenlerin birbirine acıması!.. Bu hoşuma gitti!…
Bir gün, eşim, heyecanla “Bak Sü, misafirlerimiz uçmuş!” dedi. Yuvamıza, cana can katmaya misafir gelmiş sevimli, sessiz, çekirdek ailemiz; ya “birbirimizi sevdik; biraz daha kalalım” deseydi; ölüyordu begonyamız, yaprak güzelimiz!.. Tuhaf bir duygu: Hüzün; yumuşacık ipek kar gibi yağıyor, yüreğimi ılık bir mutluluk buharıyla kuşatıyordu.
Eşim pencereyi açtı, camları sildi, saksıları, topraklarını temizledi, kızımız begonyasını, yaprak güzelini suladı… Günlerce didinip durdular, yaprak güzelimiz, begonyamız eski sağlığına kavuşsun, nazlı yapraklarını örtünsün, mimikleri gülümseyiş olsun diye ama olmadı… Öldü ikisi de, yan yana!..

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.