Ve Öldü Tapındığın
O seni çok seviyor!.. Sen onu daha çok seviyorsun!.. Birbirinizi gördüğünüzde bütün yıldızlar gülümsüyor gözlerinizde, İrem Bağı bülbülleri şakıya şakıya konuyor daldan dala, rengarenk güller çiçekler kur yapıyor, misküamber saçıyor, dillerinizden akıyor serin serin pınarların nazlı şırıltısı gönülden gönüle ve bir gün hain fettan yazar Sü çıkıyor karşınıza, fısıldıyor ruhunuza: “Sen kendine tapınan birini mi seviyorsun?.. O aslında seni değil, senin kendisine tapınmanı seviyor!..” İnanmıyorsun, inanamıyorsun…
“Sına!..” diyor hain yazar… İnanmasan da sınamaktan kendini alamıyorsun, farklı yüzlerle çıkmaya başlıyorsun karşısına, şüphe mağarasında kendiyle baş başa kaldıkça değiştiğini fark ediyorsun ve sen de şüphe mağarasına girip çıktıkça değişiyorsun, ayrılmak uzaklaşmak istiyorsun ve birden hava dönüyor, gök yarılıyor, deniz kaynamaya başlıyor, toprak bütün hıncını döküyor dışarı, çırılçıplak kalıyorsun vahşi bir yaratığın karşısında… Nefret ediyorsun ondan ve her şeyden, daha çok, hain yazar Sü’den nefret ediyorsun, çılgına dönüyorsun; çünkü sen de farklı değilsin, çırılçıplak yakalanan vahşiliğin bu yüzden kuduruyor!..
Bir gün doktor dostun Ben çıkıyor karşına, bir iksir sunuyor sana: “Sen Hayat’a gebesin, Hayat için yaşamalısın!..”
Hayat için hayatını yaşıyorsun, güneş senin için doğuyor, ay senin için, yıldızlar hep senin için gülümsüyor, bülbüller şakıyor senin için!..
Hayat’a ait son nefesini de verince çırılçıplak kalıyorsun öylece ulu orta, ne güneş sana doğuyor ne ay sana, ne yıldızlar gülümsüyor sana ne şakıyor bülbüller!.. Kara toprağın bağrında, karanlık bir mağarada kalıyorsun yapayalnız!.. Melek gelip fısıldıyor kulağına: “Niye böyle, karanlıklar içinde yapayalnız kaldığını biliyor musun?.. Sen kendine tapınıyordun ve öldü tapındığın!..”